4 Aralık 1866’da müzisyen bir annenin ve tüccar bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Beş yaşına geldiğinde anne ve babası boşandı. Teyzesiyle beraber yaşamaya başladığı Odesa’da piyano çalmayı ve resim yapmayı öğrendi. Resme ve sanata olan yoğun ilgisine rağmen, ailesinin isteği üzerine hukuk fakültesine gitti ve başarıyla mezun oldu. 1892 yılında kuzeni Anna Chimyakina ile evlenerek Moskova Hukuk Fakültesi’nde işe başladı. Ancak 1895 yılında Fransız empresyonistlerinin Moskova’da açılan sergisine yaptığı ziyaret onu derinden etkiledi. Aynı yıl Bolşoy Tiyatrosu’nda dinlediği Wagner’in Lohengrin adlı eseri üzerinde derin izler bıraktı ve 1896 yılında hukuk kariyerini bırakarak kendini tamamen sanata adadı ve Münih’e taşındı. Münih Sanat Akademisinde eğitimine başlasa da belirli bir programı takip etmekten çok kendi özgün anlayışını geliştirmeye odaklandı. Müzik ve renk arasındaki ilişkileri açıklayan teoriler ile meşgul oldu. Kandinsky’nin sanatında renk, doğanın ve öznenin sadık bir hizmetkârı olarak değil duyguların ifadesi olarak yeniden anlam kazandı. Evliliğinin de sonlanmasıyla Birinci Dünya Savaşı boyunca Avrupa’da seyahat etti ve savaşın ardından Rusya’ya geri döndü. 50 yaşına geldiğinde Rus bir generalin kızı olan Nina Andreevskaya ile evlendi ve devrimden sonra Rusya’da kalıp tüm zamanını devlet destekli sanat programlarının geliştirmeye adadı. Almanya’ya tekrar dönerek Bauhaus okulunda dersler verdi, oyunlar ve şiirler kaleme aldı. 1933 yılında Naziler iktidara geldiğinde okul kapatıldı. Kandinsky Alman vatandaşı olmasına rağmen artan baskılardan dolayı 1937 yılında Almanya’dan ayrıldı.
Soyut sanatın babası olarak kabul edilen Kandinsky 1944 yılında Fransa’da öldü. Son yıllarını tablolarının satılmamasından mustarip münzevi bir şekilde yaşadı. Gerçek sanatçının yaşadığı dönemde takdir edilmesinin zor olduğunu yazan Kandinsky’nin eserleri, bugün en gözde müzayedelerin en pahalı eserleri arasında yerini almıştır.